Bob Ross gibi yaşamak.

çalar saat..

bağımlısı olmuşuz sahiden de bu arkadaşın.. kendisi, yoğun günlük temponun verdiği uyuşukluğu atmak için başvurduğumuz biricik hobilerimiz olan uykuların en tatlı yerlerinde sanki bir kedi görmüş tweety gibi öterken; randevulara yetişmek zorunda olduğunuz günlerde daima sükunet içinde oluyor.

neyse ki o gün ne randevum vardı ne de tembelliğim üzerimdeydi..

sabahın soğuğunda yorganı üzerimden atma cesaretini nasıl bulmuşum hala da emin değilim. dahası, buz gibi suyu yüzüme ne gibi bir medeni cesaretle çarptığımı bile hatırlamıyorum.

çeşmeden yeni çıkmış ellerim üşüme eyleminin dibine vurmuş. ayaklarımın da onlardan aşağı kalır yanı yok. "o değil de, bir peluş terlik vardı." diye düşünüyorum ayaklarım adına; kimbilir hangi kedimin koynunda kendisi o anda, onu artık tahmin edemiyorum.

bu düşünceleri yanıma alarak iki lokma atıştırma telaşesiyle mutfağın yollarına düşüyorum. ve işte sabah soğuğunun beynime ulaştığı an; çöp bidonunun yanındaki gölgeli yere bakarak "belki şurada küçük bir soba vardır?" diyorum..

garip bir şekilde sıcaklık geliyor bünyeme. hayır bedenime falan değil, daha da derinlere.

ve van dayk renkli fıstık ezmesini tükettikten sonra bir süre kendimi nadasa bırakıyorum.

--

dışarı çıkıyorum akşam üzeri.

sokağa çıkar çıkmaz kendimi bir arbedenin arasında buluyorum. vuran vurana, kıran kırana böyle.. dava nedir, kötü adam kimdir; hiçbir bilgim yok. figüranların pantolonları ayak izi kataloğu gibi. kimisinin alnı kimisinin kolu yarılmış. aniden guernica geliyor aklıma, o unutulmaz kaos sahnesi..

hemen farklı oksijen arayışlarına yöneliyorum. "belki şurada biraz akıl vardır; yalnız da değil üstelik. fikri de gelmiş şuraya." diyorum ve olmayan fırçamı kalabalığa doğru sallıyorum.

bir süre sonra da kendimi prusya mavisi dalgaların uçuşarak paltomu okşadığı beşiktaş sahilinde yürürken buluyorum. bir tane "ehe ehe ben sigarayı bıraktım" sigarası yakıyorum, ciğerlerimi van dayk kahverengine boyuyorum hala ısrarla.

ama çok soğuk..

hemen spatula darbelerimin tek hamlesiyle bir şömine çiziveriyorum ısıya hasret kalmış bünyem için; "şurada isteksizce yanan zarif bir şömine var.."

ve dananın kuyruğunu yolarmışçasına kopardığım o dengesiz an..

"hatta şurada güneş de var anasını satayım" diyorum. "istanbul'umun üzerine altta kalanın canı çıksın mantalitesiyle çullanan şu gri bulut güruhunun arasından sırıtıyor."

devamı da geliyor tabi, kaçar mı fırsatçı zekamızdan.. bir anda istanbul'u post-punk havasında ütopik bir şehre çeviriyorum; yok gökdelenler, yok çürümüş arka sokaklardaki isyanlar, yok sisteme karşı duran bir grup asi, yok çamlıca'daki füze rampası..

biri beni durdursun
diyorum başka bir şey demiyorum.

uçmuşum o anda gerçekten.. rahmetli bu uçuşuma "resim sevinci" derdi belki de. ama ben biraz da "hayal edebilme sevinci" diyorum. titanyum beyazı katmışsın gecelerime de haberin yok be babam. hayal ediyorum; çünkü yaşadığım dünya hayalimdeki dünya değil, o yüzden kaçış yapıyorum.

tepkili okuyucu: belki şurada bir susturucu vardır?




1 yorum:

Adsız dedi ki...

Hakkı rahmetine kavuştu o amcamız...